Yukarı
Çık
Av. Doğan Güney YILMAZ

Dünyanın Nüfus Yapısındaki Gelişmeler Ve Ülkemizin Durumu

14 Haziran 2016, Salı

Dünyanın Demografik Yapısındaki Oyunlar ve Ülkemizin Durumu Kudret ULUSOY Araştırmacı-Yazar

Dünyanın; iktisadi yönden gelişmişlik ve az gelişmişlik şeklindeki ikili ayırımına paralel olarak, dünyanın demografik yani nüfus yapısını da birbirine eşit olmayan ve çok belirgin farklı özelliklere sahip iki ayrı gruba ayrıldığı görülmektedir. Bunlar; son iki yüz yıllık bir zaman içerisinde demografik yapılarını denetim altına alarak modern döneme girmiş olan gelişmiş ülkeler ile daha henüz yolun başında olan ve demografik geçişlerini tamamlamamış geleneksel demografik yapıda olan az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdir. Söz konusu ikili ayırıma neden olan gelişme ve değişimleri geçmişten günümüze ele alarak değerlendirdiğimizde konu daha net ve açık bir şekilde anlaşılacaktır.

Fransızca “Demographie” kelimesinden gelen ve ilk defa Achille Guillard tarafından 1855’de “İnsan İstatistiği Öğeleri ya da Karşılaştırmalı Nüfusbilim” adlı eserinde kullanılan “Demografi” kelimesi, Nüfusbilimi ile eşanlamlıdır. Demografi; istatistiki bilgilerden yararlanmak suretiyle nüfusların iç özelliklerinin durumunu ve hareketlerini gözlemler, araştırır, inceler ve çözümler. Nüfus yapısını değişik açılardan ele aldığımızda; nüfus yitimi; telafi edici bir göçmen alış süreci bulunmaksızın ölümlerin doğumlardan yüksek bulunduğu bir ülkedeki nüfus azalma süreci, asgari nüfus; kapalı bir nüfusun demografik geleceğini tehlikeye düşürmeden daha altına inemeyeceği sayı, durağan nüfus: doğum ve ölüm oranlarının birbirine eşit olduğu, yani doğal artış oranının sıfır olduğu istikrarlı nüfus, en uygun nüfus: Bir nüfusun kendisine en uygun refah düzeyini sağlayabilecek koşullardan yararlanabilmek için aşağı yukarı korunması gereken sayı, kapalı nüfus; dışarıyla göç bağlantısı olmayan nüfus, kararlı nüfus: yaşlara göre üreme ve ölüm oranı değişmeden kalan ve yaşlara göre yapısı değişmeyen nüfus, standart nüfus: Bir çok ülkenin yaşa göre yıllık ölüm oranlarını karşılaştırmaya ve böylece bu ülkelerde seçilen bir yaş yapısı için yıllık gayri safi ölüm oranlarını kestirmeye yarayan belli bir yaş yapısına sahip nüfus (*) gibi tanımları dikkate alınması gerekmektedir.

Tablo:I


Geleneksel Demografik Rejimde; Doğum ve ölüm oranları %040-50 arasında, yıllık nüfus artışı yıllık %2-3’ün üzerindedir. Geçiş Döneminde; Doğum ve ölüm oranları %040-10arasında, yıllık nüfus artışı %1-2 oranındadır. Bu dönemde ölüm oranı sürekli düşmekte, doğum oranı bir süre aynı devam etmekte daha sonra düşmektedir. Modern dönemde ise; doğum ve ölüm oranı çok düşük %010’un altında, yıllık nüfus artışı da %1’in altındadır. Dünya nüfusu 1965-1970 arasında %2’yi aşarak en yüksek seviyeye ulaştıktan sonra, özellikle Latin Amerika, Asya ve Afrika’da alınan tedbirlerle nüfus artış hızı düşürülmeye başlanmış, 1980-1990 arası bu oran %1.8’e inmiştir. Bu hızın düşürülmesine yönelik çalışmalar halen devam etmektedir.

Genel olarak, nüfusunun %40-45’i 15 yaşın altında, % 2-3’ü de 65 yaşın üstünde olan yerler genç nüfuslu ülke, nüfusunun %20 si genç, %15 ve daha fazlası yaşlı olan yerler ise yaşlı nüfuslu ülke sayılmaktadır. Zira; Afrika, Güneydoğu Asya, Güney Amerika ve Ortadoğu gibi nüfusunun %40’dan fazlası 15 yaşın altında olan güney ülkeleri genç nüfuslu, Çin, Hindistan, Mısır ve Türkiye gibi nüfusunun %30-40 arası 15 yaşın altında bulunan ülkeler orta yaşlı, K. Amerika, Avrupa, Rusya, Avustralya gibi nüfusunun %30’dan aşağısı 15 yaşın altında olan kuzey ülkeleri yaşlı ülkeler olarak değerlendirilmektedir.

Doğurganlığın çok yüksek olduğu genç nüfuslu geleneksel demografik rejimlerde, özellikle bir çok Afrika ve Güney Asya ülkelerinde kadın başına 6-7 çocuk düşerken, bu artış yüksek çocuk ölümleri ile birlikte, 35-40 yaş gibi kısa yaşam süresi ile dengelenmektedir. Doğurganlığın zayıf olduğu yaşlı nüfuslu gelişmiş ülkelerdeki demografik rejimlerde ise, kadın başına 2 ve daha az çocuk düşerken, bu düşüş 75 yaş gibi uzun bir yaşam süresi ile dengelenmektedir.

Batıda tıp, sağlık koruma, yaşam düzeyi ve teknolojik gelişmelere bağlı olarak gerçek bir demografik devrim meydana gelirken, insanların sayısı ile birlikte yaşam süreleri ile doğum oranları da değişmiştir. Önceleri ölüm oranındaki gerileme, yüksek bir doğum oranıyla birleşerek önemli bir nüfus artışına yol açmış, daha sonra ölüm oranı düşmeye devam ederken doğum oranındaki düşüş nüfusu dengeye kavuştururken aynı zamanda nüfusu yaşlandırmıştır.

Demografik geçiş döneminin henüz başında olan ülkelerde, doğum ve ölüm oranlarının çok yüksek olması, ya da düşük ölüm yüksek doğum oranı gibi dengesizliklerle hızlı bir demografik büyüme gösterirken, bazı ülkeler hem düşük doğum ve hem de düşük ölüm oranı ile bu sürecin sonuna gelmişlerdir.

Yaş ortalaması 50 yaş civarında olan yoksul ülkeler ile yaş ortalaması 75 civarında olan gelişmiş ülkeler arasındaki fark, özellikle sağlık alanındaki gelişmeler, bulaşıcı hastalıkların azalması ve iktisadi krizler nedeniyle yavaş yavaş kapanmaktadır.

Tablo:II
Dünyanın demografik yapısının ilk defa incelenmeye başlandığı XVII yy’ın ortalarını başlangıç noktası olarak kabul edersek, bu güne kadar yani 300 yıl içerisinde dünya nüfusu 5 kat artmıştır. Dünyanın 1650-1750 yıllarında %o4’den olan nüfus artış hızı, 1900-1950 yılları arasında %09’a yükselirken, aynı dönemde Avrupa’nın nüfusu artış hızı %03 den %010 a çıkmıştır. Dolayısıyla bu dönemlerde nüfus artışında başı Avrupa çekmiştir. Yine, dünya nüfusunun yer yüzündeki dağılımı da çok adaletsiz bir şekilde olmuştur. Daha doğrusu, İnsanların üçte ikisi karaların onda birinden daha az topraklar üzerinde toplanmıştır. Diğer taraftan kuzey yarı küre insanların 90’nını, eski dünya %85 ini barındırmaktadır.

Yine dünya nüfusu 1950’ler de 2.5 milyardan başlayıp, 1960’lara doğru 3 milyar, 1976’da 4 milyara, 1991’de 5 milyara ve 1995’de de 5.7 milyara çıkmış, 1980-1990 arasındaki yıllık artışın 75 milyon kişiden 93 milyon kişiye yükselmesi sonucu dünya nüfusu 2000 yılında da 6 milyarı geçmiştir. Bu nüfus artışının yüzde 85’ini üçüncü dünya insanları oluşturmuş, dünyadaki nüfus artışının yüzde 40’ı sadece Çin ve Hindistan’da gerçekleşmiştir.

1950’ler de 2.5 milyarlık dünya nüfusunun 800 milyonu sanayileşmiş ülkelerde yaşarken, kuzey tüm insanlığın üçte birini temsil ediyordu. Güney uluslarını oluşturan Asya, Afrika ve Latin Amerika gibi eski demografik rejime mensup yoksul üçüncü dünya ise 1.4 milyar nüfusu ile insanlığın üçte ikisini oluşturuyordu. Bu nedenle de büyük bir nüfus artış potansiyeli taşıyorlardı. Savaşın sona ermesi, bağımsızlık ve kollektif hekimlik, ölüm oranında hızlı bir düşüş sağladı. Böylece üçüncü dünya değişim sürecine girmiş oldu. 1950-1990 arasında çocuk ölümleri üçte iki oranında azaldı. 41 yaşı bulmayan ömür süresi 60 yıla çıktı. Gelişmiş ülkelerde bir asırda varılan bu noktaya üçüncü dünya 40 yılda geldi. Üçüncü dünyada doğurganlık yüksekliğini korurken demografik değişimin birinci evresine girdi ve bu nüfus artış evresiydi.

Avrupa (eski SSCB dahil), Kuzey Amerika, Japonya, Avustralya ve Yeni Zelanda’nın nüfusları, 1750’ye doğru İngiltere ve Fransa da doğan değişimin bütün evrelerini iki yüzyıl boyunca kat ettikten sonra demografik gelişimin son evresine gelmişlerdir. Artık on yıllardan beri nüfus artışları durağanlaşmış, dolayısıyla her bir gelişmiş ülkenin vatandaşı Güney vatandaşından 28 kat daha fazla ürüne sahip olmuştur.

Dünya nüfusunun yıllık artış hızı 1950-1968 arasında ölüm oranının düşmesi nedeniyle 1965’de maksimum noktasya ulaşmış, yüzde 2.06’lık bir hızla 33 yılda dünya nüfusu iki katına çıkmıştır. Bu hız 1995’de yüzde 1.57’ye düşmüştür. Bu sırada güney ülkelerinin ortalama nüfus artış hızı yüzde 1.8 idi. 30 yıllık bu yavaşlama bütün dünya nüfusunun değişim sürecinin ikinci evresine girdiğinin göstergesidir. Bu evrede doğurganlık ölüm oranını yakalarken nüfus artış hızı da düşmektedir. Doğurganlığın düşmesi bu olayın esas temeli olup, bugünkü dünya nüfus değişiminin belirleyicisidir.

Tablo:III
Bahsedilen gelişim hızının ikinci safhasında, güney ülkelerinde doğurganlık oranının hızlı düşüşü çok önemlidir. Batı’da iki çocuklu ailenin temsil ettiği modern nüfusa ulaşmak için nasıl 1.5 asır gerekmişse, bu süre güney ülkelerinde 20-30 yıl gibi kısa bir süreye indirgenebilmiştir. Hatta kimi ülkelerde bu geçiş süreci daha kısa dönemde sağlanabilmiştir. Özellikle Çin’de doğum oranları 1970-1978 yılları arasında yüzde 50 oranında düşmüştür. Daha az olmak üzere diğer üçüncü dünya ülkelerinde de benzer düşüşler görülmektedir.

Kara Afrika’da yaşayan 600 milyon insan da aynı gelişmenin içinde yer almış, doğurganlık 1970’den beri Kenya’da yüzde 35, Botswana’da yüzde 26, Zimbabwe’de yüzde 18 oranın da azalmıştır. Ancak tüm dünya ülkeleri nüfus konusunda aynı geçiş sürecinde bulunsalar da, hepsi aynı safhalarda değildir. Yani üçüncü dünyanın benzer demografik benzerliğinden söz etmek mümkün görülmemektedir. Çeşitli yollardan geçtikten sonra geçiş safhasının sonuna gelmiş ve kadın başına 2.5 çocuktan az çocuk düşen bir çok ülke 1995’de 2.5 milyarlık toplam bir nüfusu oluşturuyordu ki, bu dünya nüfusunun yarısını oluşturuyordu. Farklılaşmış bir yapıya sahip olan bu ülkeler 1.2 milyarlık Çinliyi de kapsamakta idi. Çin’de doğurganlık oranı 1990-1995 arası bir kadına 1.9 çocuk iken, aynı dönemde bu oran ABD’de 2.1 idi.

Dünya nüfusunu 2 milyardan 5 milyara çıkaran ilk büyüme dalgasından sonra (geçişin ilk safhası) ikinci safha daha sabit daha durağan bir nüfus gücünün etkisinde olacaktır. 1995’den 2025’e kadar dünya nüfusu ileriye doğru yeni bir hamle daha yapacaktır. Bu da 5.7 milyar insandan 8.3 milyar insana geçiş demektir. Bir başka deyişle 30 yılda 2 milyar insan daha yeryüzünde olacaktır. Bu büyük artışın yüzde 95’i bu artışı karşılayamayacak olan ülkelerde yani güneyde gerçekleşecek. Bu kadar eşitsiz bir dağılım 30 yıl içerisinde yeryüzünün şeklini bir hayli değiştirecektir. Merkez üssü Asya olan demografik dengesizlik yön değiştirip güneye kayacaktır. 70 yıl içinde Afrika nüfusu 222 milyondan 1.6 milyara çıkıp tam 7 kat artarken Latin Amerika nüfusu sadece 4.5 kat artış gösterecektir. Bu iki kıta 2025 yılında dünya nüfusunun yüzde 28’ini barındırıyor olacaktır. Oysa 1950 yılında iki kıtada dünya nüfusunun sadece yüzde 15’i yaşıyordu. Avrupa’ya gelince kıta 1950 yılında dünya nüfusunun yüzde 16’sına sahipti. 2025’te ise sadece yüzde 6’sına sahip olacaktır. Asya’nın en kalabalık 18 ülkesi 1950’de 1.2 milyar insan barındırırken 2030 yılında 4.3 milyar insanı barındıracaktır. İleriki on yıllarda karşılaşacak zorluklar geçmişin demografik nedenlerinden ileri gelecektir. Nüfus dinamiği ve geçiş safhası öyle at başı gidecek ki güney ülkeleri bir taraftan nüfuslarının büyük oranda arttığını müşahede ederken öte yandan, doğurganlığın hızlı düşüş göstermesi nedeniyle nüfus yapılarında yaşlıların oranının yükseldiğini de göreceklerdir. Çin’de 1957-1990 arsı 15 yaşından küçük olanların toplam nüfus içindeki payı yüzde 40’dan yüzde 26’ya düşmüş, 2020 yılında da yüzde 12’ye düşecektir. 65 yaşından büyük olanların Çin nüfusundaki oranı 1990’da yüzde 6 iken, 2025 yılında iki misline çıkacak yüzde 13 oranıyla Avrupa seviyesine ulaşacaktır. Bu gelişim Avrupa’da yüz yıl sürerken Çin ve diğer bazı güney ülkelerinde aynı gelişim sadece 25 yılda gerçekleşecektir. Demografik geçiş süresinin XXI. yy’ın ortalarına doğru tamamlanmasından sonra nüfus artış hızı azalarak tüm dünyada kontrol altına alınabilecektir. Dünya nüfusu 2025 yılında 8.5 milyar ve 2075 yılında da 9.5 milyar olacağı tahmin edilmektedir.

Bununla birlikte, dünya eskiye oranla daha zengindir. Örneğin dünya GSMH’sı 1950-1994 arası 4 trilyondan 23 trilyon dolara çıkarken, yine aynı dönemde kişi başına düşen gelirde üçe katlanmıştır. Nüfus artışı Kuzey’e oranla yedi kat daha hızlı olan Güney ülkeleri dünya zenginlik dağılımında baştaki dezavantajlı durumlarına rağmen, daha çok pay elde etmeye doğru gitmektedir. Yine başka bir karşılaştırmaya göre sanayileşmiş ülkeler dünya GSMH’sının yüzde 54’ünü oluştururken, (bu oran eskiden yüzde 73’tü) güney yüzde 18’den 34’e çıkıyordu. OECD’ye göre 2010 yılında Asya’nın en dinamik ülkeleri kendi başlarına Dünya GSMH’sının yüzde 40.6’sını oluşturacaklardır. (OECD ülkeleri yüzde 44.1) Sadece Çin dünyanın beşinci üreticisi durumunda olacaktır.

Öte yandan, güney ülkelerinde gittikçe daha da eşitsiz bir şekilde gelişecek olan kentsel ve kırsal nüfusun yaşam seviyesi; zengin bölgelerle , iş gücü fazlası olan fakirliğin ve işsizliğin kol kola gezdiği terk edilmiş fakir bölgeler arasındaki uçurum büyük çalkantılara gebe olacaktır. Özellikle ulaşım ve enerji sektöründe bozuk veya hiç yapılmamış alt yapı nedeniyle oluşan üretim sıkışmalarını da bu konuda saydığımız çarpıklıklara ekleyebiliriz. Buradan kaynaklanan sosyal eşitsizlik ve siyasal istikrarsızlığın yarattığı risk ortamı bir çok üçüncü dünya ülkesine geçmişinden miras kalmıştır. Sonuç olarak gelişmiş ülkeleri birbirine yakınlaştıran siyasal ve ekonomik entegrasyon süreçleri, 2 milyar insanın açlık ve sefalet içinde herkes tarafından unutulmuş bir şekilde yaşadığını asla unutturamaz. Bu unutulanların büyük bölümü Kara Afrika’da yaşayanlar olup, Dördüncü Dünyayı oluşturmaktadır.

Tablo:IV
Ülkemizdeki demografik gelişmelere baktığımızda; Dünyadaki demografik gelişmelerin takip ve kontrole alındığı dönemin başlangıcı her ne kadar 17. yy’ın ortaları sayılmakta ise de, nüfus çalışmalarına oldukça önem veren Osmanlı İmparatorluğunun bu konudaki çalışmaları dar kapsamlı da olsa daha eski yıllara dayanmaktadır. Osmanlılar ilk nüfus çalışmalarını, memur ve sipahilere bırakılan gelir kaynaklarının nicelik ve değişmelerini saptamak amacıyla 30-40 yıl gibi aralıklarla nüfus ve toprak sayımının yapılması şeklinde, ilk toprak ve nüfus sayımlarını 1326-1360 ve 1360-1389 yılları arasında yapmıştır. Daha sonra Kanuni Sultan Süleyman genel bir sayım yaptırmaya teşebbüs etmiş ve bunun her yüz yılda bir yapılması için de Kanunnameye hüküm koydurmuştur. Bu dönemde 1566-1574 yıllarında Genel Nüfus ve Arazi Sayımı yine, 1608 yılında tekrar bir nüfus sayımı yapıldığı tarihçiler tarafından belirtilmektedir. Ülkemizde başarı ile sonuçlandırılan ilk nüfus sayımı1831 yılında askerlik yapacak halkın sayısı ile vergi kaynaklarının saptanması amacıyla yapılmış, bunu kadın nüfusu da kapsayacak şekilde 1844 yılında yapılan sayımlar izlemiştir.

Cumhuriyet Tarihimizde Yapılan Sayımları Gösteriri Tablo;

Sayım Toplam Yıllık Artış Artan Nüfus
Tarihi Nüfus Hızı %0 Sayısı 
28.10 1927 13 648 270 - -
20.10.1935 16 158 018 21.10 2 509 748
20.10.1940 17 820 950 19.59 1 662 932
21.10.1945 18 790 174 10.59 969 224
22.10.1950 20 947 188 21.73 2 157 014
23.10.1955 24 064 763 27.75 3 117 575
23.10.1960 27 754 820 28.53 3 690 075
24.10.1965 31 391 421 24.62 3 636 601
25.10.1970 35 605 176 25.19 4 213 755
26.10.1975 40 347 719 25.00 4 742 543
12.10.1980 44 736 957 20.65 4 389 238
20.10.1985 50 664 458 24.88 5 927 501
21.10.1990 56 473 035 21.71 5 808 577
22.10.2000 67 844 903 18.34 11 371 868

Kaynak:die.gov.tr 09.12.2002

Ülkemizdeki nüfusun demografik anlamda sayının ve niteliklerinin tespiti amacıyla ilk sayımlar1927’de yapılmıştır. Cumhuriyet tarihimizden günümüze kadar ilki 1927 yılında ikincisi de 1935 yılında olmak üzere, bu tarihten sonra da her beş yılda bir on üç genel nüfus sayımı yapılmıştır. 23 Şubat 1990 tarih ve 403 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname gereği sonu ”0” biten yıllarda olmak üzere her on yılda bir nüfus sayımı yapılması karara bağlanmış ve en son 14. genel nüfus sayımı 2000 yılında yapılmıştır. Yukarıdaki tabloda da görüleceği üzere nüfus sayısının ve nüfus artış hızının en düşük olduğu dönem II Dünya savaşının yaşandığı 1940-1945 yılları olmuştur. Nüfus artış hızının en yüksek olduğu dönem ise dünyadaki genel nüfus artış hızının en yüksek olduğu dönemlere paralel 1955-1960 dönemidir. Bu dönemde yıllık nüfus artışı %028 olmuştur.

Ülkemizin nüfusu son 73 yılda yani 1927-2000 arasında 5 kat (4.97) artmıştır. Ancak 1985 yılından itibaren dünyadaki genel düşüşe paralel nüfus artış hızımızda da düşüşler gözlenmiştir. Ortalama 72 yaş sınırı ile dünyada 45. sırada yer alan ülkemiz, orta üstü yaş grubunda bulunmaktadır.

Ülkemizdeki ölüm ve doğurganlık durumunu gösterir tablo 
1990-2000 2000-2005 2010-2015 2020-2025

Doğum (yılda): 1.385 1.364 1.358 1.353
Ölüm ( “ ): 396 448 535 638
KDO (binde): 23.5 19.7 17.5 15.7
Nüfus Artış (“ ): 18.5 14.1 10.9 8.3
Kaynak: Hürriyet Gazetesi 14.01.1999

Yukarıdaki tabloda da görüleceği üzere, ülkemizdeki yıllık ortalama ölüm sayısı artarken doğum sayısı düşmekte, dolayısıyla bu durum nüfus artış hızını düşürmekle birlikte aynı zamanda nüfus yitimi dönemine girdiğimizi ve bu durumun 2025’lere doğru devam edeceğini göstermektedir. Dolayısıyla ülkemiz 1990-2000 yıllarında geleneksel demografik rejimden geçiş dönemine girdiğini, ancak doğum ve ölüm oranlarının %01’in altında olduğu modern döneme girmeden; doğum oranının düşük, ölüm oranının yüksek olduğu ilginç bir döneme girdiği ve bu durumun önümüzdeki yıllarda da devam edeceği anlaşılmaktadır. Bu durumun gelecekte de devam etmesi halinde nüfus artışında önemli bir düşüş olacağı görülmektedir. Ayrıca bu durum ülkemizde doğum kontrolü ve aile planlamasının etkin bir şekilde yapıldığını, buna karşılık özellikle bebek ölümleri dahil doğal ölümler dışındaki ölüm artışının önlenemediğini göstermektedir.

Esasen, gelişmiş ülkelerde doğum oranındaki düşüşe paralel olarak ölüm oranlarındaki düşüşün bu ülkelerde ortalama yaş sınırını yükseltmesine karşılık, ülkemizde çok ilginç bir durum gözlenmektedir. Zira; ülkemizde doğum sayısı ve oranlarındaki düşüşe paralel olarak ölüm oranlarında da düşüş olması gerektiği halde, tam tersi ölüm sayısı ve oranlarında yükselme görülmekte, bu durum nüfus artışını azalmakla birlikte, nüfusun yaşlı nüfus olması gerekirken genç bir nüfus olmasına da yol açmaktadır.

Ülkemizdeki Ölümlerin Yıllara Göre Dağılımını Gösterir Tablo

Yıllar Kadın Erkek Toplam Değişim

1992 66.331 88.775 155.106 -
1993 67.237 90.086 157.323 +2.217
1994 69.269 93.963 163.232 +5.909
1995 72.644 97.212 169.856 +6.624
1996 69.884 94.650 164.534 -5.322
1997 71.312 96.748 168.060 +3.526
1998 75.157 100.272 175.429 +7.369 
1999 80.928 104.213 185.141 +9.712 Kaynak Toplam 1.338.681 35.357

Yukarıdaki Tabloda görüleceği üzere ülkemizdeki ölümler oranları aynı kalmamakta sürekli artarak devam etmektedir. 1992-1999 yıllarında yani 8 yılda toplam ölüm 1.338.681 olup 1990-2000 yılları arasında yani son 10 yılda isse bu rakam 1.900.000’e yaklaşmaktadır. Yine ölümler bir önceki yıla göre artarak devam ettiğinden 1992-1999 arası artışı 35.357 adettir. Bu rakam aynı zamanda ölümlerdeki artış hızını göstermek bakımından oldukça dikkat çekicidir. Bir yerde ülkenin nüfus yitimini göstermektedir. Arıca erkek ölümleri kadın ölümlerinden fazla bulunmaktadır. Bu durum gelecekte Türkiye’nin kadın ağırlıklı bir nüfusa sahip olacağını göstermektedir.
Yaş Gurubu ve Cinsiyete Göre Ölümler (Kaynak.DİE) 
Yaş / Yıllar
1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999
-1 19.412 19.412 19.126 20.080 17.292 16.862 17.704 15.870
1-4 3.152 3.071 3.268 3.091 3.105 3.004 3.136 3.698
5-14 2.703 2.723 2.897 2.687 2.488 2.364 2.479 3.967
15-24 4.011 4.034 4.424 4.620 4.320 4.285 4.137 5.996 
25-34 4.684 4.801 5.394 5.210 5.147 4.985 4.939 6.360
35-44 7.443 7.900 8.348 8.406 8.206 8.618 8.847 9.900
45-54 13.478 13.389 14.387 14.510 14.478 15.086 15.776 16.862 
55-64 26.710 28.324 28.194 29.904 28.822 27.862 27.233 26.744
65 + 73.313 73.479 76.891 81.147 80.226 84.809 91.178 94.696

Yukarıdaki tabloda görüleceği üzere; 0-1 yaş arasında 1990-2000 yıllarında toplam 189.758 bebek ölmüş, 0-4 yaş olarak ele aldığımızda bu rakam 224.853’e çıkmakta, 0-5 yaş gurubunu ele aldığımızda ise 250.000’e yükselmektedir. 45-65 yaş gurubunu ele aldığımızda bu rakamlar çok daha yüksektir. Yani ülkemizde henüz bir yaşına gelmeden ölen bebek sayısı dünya ortalamasına göre çok yüksektir. Ayrıca özellikle orta yaş gurubu olan 45 yaşından sonra ki ölümlerin artarak devam etmesi, ülkemizin genç nüfuslu bir ülke olmasına yol açtığı gibi, ülkemizde insan sağlığına yeteri kadar önem verilmediğini, sağlık sorunun henüz çözülmediğini daha doğrusu insan hayatının fazla bir önemi olmadığını, ölen ölür kalan sağlar bizimdir düşüncesinin hakim olduğunu göstermektedir. Olayın ekonomik yönden değerlendirilmesinde ise, ülkemizdeki gelir dağılımının adaletli olmadığı, insanları hayatını sağlıklı bir şekilde devam ettirebilmesi için gerekli olan zorunlu besinleri almadığı ve beslenme yetersizliği sağlık sorunlarıyla birleşince ölümler artmaktadır.

Ülkemizdeki, doğal ölümler dışındaki ölüm nedenlerinden intiharlarında üzerinde durulması gerekmektedir. İntiharlarda artış hızı çok düşük olmasına karşılık son on yılda ölümle sonuçlanan 17.327 intihar olmuş, bu rakam sayı itibariyle oldukça yüksektir. İntihar nedenleri; toplumun ekonomik, sosyal ve psikolojik sorunlarını ortaya koyması açısından geleceğe ışık tutmaktadır.

Ülkemizdeki İntiharların Yıllara Göre Dağılımı
Erkek Kadın Toplam
1990 -- -- 1357
1991 -- -- 1228
1992 -- -- 1167
1993 -- -- 1229
1994 -- -- 1536
1995 -- -- 1460
1996 1122 693 1815
1997 1156 834 1990
1998 1125 765 1890
1999 1111 742 1853
2000 1114 688 1802
Toplam 17.327

Ülkemizde intiharlar özellikle ekonomik krizlerin yoğun yaşandığı 1994 yılından itibaren önemli artış göstermiş, 1990 yılların sonlarına ve 2000’li yılların başlarına doğruda ekonomik krizlere alışılması ve uyum sağlanması sonucu, sayı yüksek olmakla birlikte artış hızı durağanlaşmıştır. İntihar sebepleri genellikle, hastalık, aile geçimsizliği, geçim zorluğu, ticari başarısızlık, hissi ilişkiler ve istediği ile evlenememek, öğrenim başarısızlığı ve diğer nedenlerdir. İntiharlar kendini asarak, kimyevi maddeler kullanarak, kendini yüksekten atarak, kendini suya atarak ve ateşli silah kullanarak edilmektedir. İntihar sebeplerinde ilk üç sırayı, hastalık, aile geçimsizliği ve Geçim zorluğu almaktadır. Aile geçimsizliğinin dolaylı olarak geçim zorluğuna bağlı olduğu göz önüne alınırsa ilk sırayı geçim sıkıntısının aldığı bununda ekonomik krizlerden kaynaklandığı görülmektedir. Özellikle IMF politikalarına dayalı ekonomik sistemi uygulayanlar bu tabloya bakarak bu politikaları bir kez daha gözden geçirmelerinde yarar vardır.

Ülkemizin bu olumsuz demografik yapısını değiştirip gelişmiş ülkelerdeki modern demografik yapıya geçişini gerçekleştirmek için; öncelikle, bebek ölümleri ile 45 ve üstü yaş gurubundaki ölümleri azaltmak için sağlık sigortasının yaygınlaştırılması, aile hekimliği ile toplumun psikolojik yapısı ve moral durumunun yükseltilmesine yönelik projeler hazırlanması ve bir an önce uygulamaya geçilmesi, ilk öğretim dahil eğitim kurumlarında psikoloji ve sosyoloji eğitiminin verilmesi en önemlisi tüm toplumun bir şekilde sosyal güvenceye kavuşturulması sağlanmalıdır.

Yazarın Dünyadaki Ve Ülkemizdeki Nüfus Artış Hızındaki (Demografik Yapı) Gelişmeler isimli makalesi için tıklayınız Bu makaleden alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir :

"Dünyanın Nüfus Yapısındaki Gelişmeler Ve Ülkemizin Durumu" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Kudret Ulusoy'e aittir ve makale, yazarı tarafından Türk Hukuk Sitesi (http://www.turkhukuksitesi.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.

E - Tahsilat

 

 

YERİMİZ

 

İLETİŞİM

hafta içi 09:00 - 18:00

 

Cevizli Mah. Mustafa Kemal Cad. Enderun Sok.

No:15 K:3 D:7 Kartal / İstanbul

 

Telefon : 0216 457 14 61

Mobil : 0532 491 35 06

E-posta : dogan@guneyhukuk.com.tr

Tüm Hakları Saklıdır. Copyright © Av. Doğan Güney YILMAZ

Sitemap      Tasarım : interbim.com

Hukuki Uyarı : Bu sitede paylaşılan bilgiler yalnızca bilgilendirme amaçlı olup, Türkiye Cumhuriyeti Barolar Birliği'nin ilgili düzenlemeleri uyarınca reklam, teklif, hukuki öneri veya danışmanlık teşkil etmez. Sitede sunulan bilgiler hakkında Güney Hukuk ve Danışmanlık Bürosu ve Av.Doğan Güney Yılmaz sorumluluk kabul etmez. Bu sitede paylaşılan bilgiler, büronun logosu ve sair veriler Güney Hukuk ve Danışmanlık Bürosu adına Av.Doğan Güney Yılmaz'a ait olup, büronun yazılı izni olmaksızın kullananlar hakkında yasal işlem yapılır.